Blog Image

havadan sudan [blog, writing, travel, yoga]

free your mind...

2006 yılında havadansudan.azbuz.com adresinde yayınlamaya başladığım yazılarımı buraya taşıdım. Devamı da var :-)

He didn’t know where to go…

Aklıma Takılanlar Posted on Fri, August 10, 2012 15:49:37

Sometimes, do you feel like
doing nothing? Or is it only me having this feeling more than often? It is one
of these days, I could have a lot to do, fighting with my inner inertia but I
am not able to do anything. I just got an email from a friend. He was wishing
me good luck with my every-minute questions and he attached a painting in jpg
format to the email. With all my curiosity, I googled it and I saw it was
by a person called Michael Wardle who is living in Las Vegas. First, I
thought about the name. It took me a couple of months to learn how to pronounce
German “Michael” and American “Michael” correctly. I couldn’t
easily understand why they didn’t find a new way to write “Michael”
in US. Maybe they were just lazy, who (n)ever knows? The second thing was about
Las Vegas. Less than a month ago, I changed the plane in Vegas. I wish I could
have time to see this desert city, not to gamble but to see people gambling. In
the third place, I started to have a look at the painting itself. It is obvious
that I tend to spend more time on details than the topic itself. Anyways (as he
always uses this word), the colors of the painting , I thought it is just
great! yellow, red and some blue… Immediately, I saw a half-full wine
glass. Freud probably would say that I feel the need of having alcohol. Maybe,
that’s true. Besides, I see some pain in the painting. I don’t know, maybe it
is like a mirror which is reflecting myself to me at the moment. The body
is looking to another direction than the head does. Does it mean that the mind
and the heart (body, instincts etc.) contracting? and there are several birds…
Honestly I don’t like modern art and modern paintings. Because there is always
a high probability of not being able to understand what the painter was trying
to tell (or do they tell/imply something) and to feel yourself such a fool.
Well, the very last part of the story is the reason behind. We like or not
there is always a reason behind everything as the Americans say. Sometimes, I
feel like I have too many questions and have no idea of how I would move on. On
the other hand, I see things at certain times that they are clear like looking
through the cleanest window. It is like up and downs: clean-dirty look… But
inside is always clean as he has this yellow color in. He didn’t know where to
go, nor do I!!!

Bu yazı, ilk defa 10/10/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



The Devil Wears Prada by Lauren Weisberger

Günü Yakalamaca Posted on Fri, August 10, 2012 14:53:01

Lauren
Weisberger’in ilk romanı olan “The Devil Wears Prada”, 2003 yılında
yayınlanmış, ancak bu sene Merly Streep’in baş rollerinde olduğu aynı adlı
filmle tekrar gündeme gelmiş.

Popüler
edebiyata karşı tescilli bir antipatim olmasına rağmen bir pazar günü, yapacak
daha alternatif ve iyi bir şey bulamayınca ben de bu kitabı okumaya karar
verdim. 400 sayfaya yakın olmasına rağmen kitabı bir solukta bitirdim. Bir
solukta bitirmiş olmamın kitabın çok harika olmasından dolayı olduğu sanılmasın
sakın. Zira yazarın, hiç bir edebi kaygı duymadan yazmış olması ve esprili dili
insana bir film izliyormuş hissi veriyor. Henüz filmi seyretmedim ama kitabı
okurken hafif, espirili bir pazar filmi seyrediyormuşum gibi hissettiğim için
sanırım sonunu da öğrenme isteğiyle bitirdim kitabı…

Kitaptaki
biraz beceriksiz, sakar, daha da fazlası moda dünyasından epey uzak olan Andrea
karakteri bir anda kendini bu dünyanın tam ortasında buluyor. Kim bilir belki
de yazarımız Lauren da Amerikan Vogue’un genel yayın yönetmeni Anna Wintour’un
assistanı olduğunda tıpatıp Andrea gibiydi. Lauren’i bu kitabı yazarak
patronunun çalışanlarının hayatını cehenneme çeviren tavırlarını tüm dünyaya
duyurduğu için tebrik ediyorum doğrusu. Hatta kitabın bir yerinde Anna
Wintour’un ismi bile geçiyor. İsmi geçiyor geçmesine ancak kitapta resimedilen
patron Miranda Priestly… Miranda’nın dışında; Emily, Alex, Lily ve Christian
karakterleri ön plana çıkıyor. Fakat moda dünyasının ve Miranda’nın dışında
gelişen hikayecikler pek o kadar da sürükleyiciyi değil.

Kitap,
insanı Manhattan sokaklarına ve hiç de tanıdık olmayan bir dünyaya götürüyor…
Anlatılan dünya benim için birşey ifade ediyor mu? Hayır… Sanırım hakkında bu
kadar söz yeter… Nokta.

Bu yazı, ilk defa 10/10/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



Don’t look back…

Aklıma Takılanlar Posted on Thu, August 09, 2012 18:50:01

İnsanın
hayatında belli anlar oluyor, işte o anlarda dönüp arkaya bakmamak gerek. Hani
masallarda olur ya, o sihirli yaratıkla bir kez gözgöze gelirsen, artık kötü
büyü hep üzerindedir. Ne kadar kaçsan da nafile, ondan kurtulamazsın. Seni taşa
çevirmemiş bile olsa, kötü bir yaratıktır arkanda bıraktığın sen ondan
uzaklaşmaya çalışırken. Harry Potter’ın sihirlerle ve büyülerle dolu gizemli
dünyasından söz etmiyorum. Bazen içimden geçiriyorum da orda yaşasaydım, pek çok
şey benim için çok daha kolay olurdu. En azından kuralları çizilmiş bir dünyadan
bahsediyoruz…

Şu
anda nefes almakta olduğumuz yerin kuralları o kadar da net değil. Sürprizlerle
dolu oluyor bize hediye edilen her yeni gün, her yeni saat, her yeni dakika. Karamsar
ve mutsuz olmak istediğin zaman olabiliyorsun, bu da sana verilmiş bir hediye.
Ancak mutluluklar için biraz emek harcamak gerekiyor veya kendini evrenin
ruhuna teslim etmek. Birkaç saat önce, evime 10 dakika uzaklıktaki sarayın bahçesine gittim ve göl
kıyısında oturup ördeklerin sabah merasimlerini seyrettim. Bazıları kurulanırken,
bazıları ise banyo yapmaktaydı. Tıpkı bazılarımız ayaktayken bazılarımızın
uyuması gibi…

Sadece birkaç hafta önce, o zaman bana göre dünyanın merkezi olan yerden yani
yaşadığım yerden çok uzaklardaydım. Berlin’de gece iken orda gündüzdü, Berlin
üşürken orası yanıyordu sıcaktan, Berlin yeşilken orası çöldü. Ama ikisinin de
ortak bir yanı vardi benim için. İkisi de, yılın 12 ayı o kadar yalnızdı ki. O
yüzden artık gözleri ileriye doğru yöneltme zamanı… Arkadakileri görmek için çok
geç oldu, saat gece yarısını geçti, herkes evine çekildi. Bazıları karşı
pencereleri seyrediyor, bazıları bir kitaba dalmış, bazıları da çoktan
uykuya…

Bu yazı, ilk defa 02/10/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



To kill a mocking bird by Harper Lee

Ordan Burdan Şurdan Posted on Thu, August 09, 2012 18:26:31

Uzun
zamandır okuduğum en güzel kitaplardan biri… Tadı hala belleğimde kaldı
diyebilirim. Kitabı, Amerika tatilimin son günlerinde bir kitapçıda teyzem
elime tutuşturmuştu. Bak bu kitabı muhakkak okumalısın diyerek. Ben de onun
zevkine güvenerek, satın aldığım diğer kitaplar yığınının bir parçası
yaptım. Geçen hafta evime döndüm. Kitaplığımda yerini aldı kitap ama ne
zaman ona sıra geleceği meçhuldu ya neyse.

Geçenlerde
Berlin Film Festivali’nde bir türlü seyredememiş olduğum Capote adlı filmi
seyrettim. Filmde Nelle isimli bir karakter vardı. İlk başlarda hiç aklıma
gelmezdi ki Nelle, bu kitabın yazarı Harper Lee olsun. Filmin bir yerinde
Nelle’nin ilk kitabının basıldığından bahsediliyordu. Merakım kabardı. Öğrendim
ki bu kitap “To Kill a Mockingbird”den başkası değil. Harper Lee’nin
ilk ve ne yazık ki tek kitabı. İnsan bu kitabi okuduktan sonra diyor ki içinden
“Niye başka kitaplar yazmadın Harper Lee? Mahrum bıraktın bizi yazdıklarını
okuma zevkinden.”

Aynı
günlerde, Texas’tan aldığım kartpostallara bakıyordum. Bir tanesinin üzerinde,
Texas: a lone star state ve state bird: Mockingbird yazıyordu. Daha önce mockingbird diye bir kuşun adını
duymamış olan ben, soluğu internette aldım ve Türkçe adını bulmaya çalıştım. Maalesef
bu kuş Türkiye’de yaşamadığı için Türkçe sözlüklerde yerini almamış. Hatta
kitabın Türkçe çevirisi yapılırken bülbül ismi kullanılmış. Bülbüle benzese de mockingbird,
bülbül değilmiş. Kitabın içinde mockingbird’e dair birkaç satır var. Diyor ki
Harper Lee; mockingbird hiç kimseye zararı olmayan, söylediği şarkılarla
insanlara mutluluk veren ufacık bir kuş. Kitaptaki Atticus(baba) karakteri çocukları
Jem ve Scout’a sıkı sıkı tembihliyor: bir mockingbird’ü öldürmek en büyük günahlardan
biridir diye.

Harper
Lee, bu romanı 1960 senesinde yazmış. Otobiyografik öğeler taşıdığı söyleniyor.
Yazarın kendisi de Alabamalı ve roman da Alabama’da Maycomb diye bir yerde
geçiyor. Hatta babasının gercek adı Frances Finch Lee’yi kitaptaki baba
karakteri Atticus Finch olarak kullanmaktan da geri kalmamış. Kitap, 1961 yılında
Pulitzer ödülüne layık görülmüş ve hemen bir yıl sonra ise filme alınmış.

Kitap hakkında daha fazla bilgi için:

http://en.wikipedia.org/wiki/To_Kill_a_Mockingbird

Tek kelimeyle bir Amerikan edebiyatı şaheseri… Küçük bir kız çocuğunun gözünden
olaylar o kadar güzel anlatılmış ki, insan daha ilk sayfalarda kendini kitabin
içinde hem de tam ortasında buluveriyor. Yazmadan geçemeyeceğim:
koskocaman bir kalbi olan Boo Radley karakteri kitap boyunca ortalıklarda
görünmese de sanırım beni en çok etkiyenlerden biri…

Bu yazı, ilk defa 02/10/2006 tarihinde
havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



« PreviousNext »