Blog Image

havadan sudan [blog, writing, travel, yoga]

free your mind...

2006 yılında havadansudan.azbuz.com adresinde yayınlamaya başladığım yazılarımı buraya taşıdım. Devamı da var :-)

Berlin’de Sonbahar…

Berlin'in Almanyası Posted on Tue, August 21, 2012 15:25:03

Yıllar
önce bir film seyretmiştim; New York’ta Sonbahar diye… İşte şimdi, Berlin’de
ilk sonbaharımı yaşıyorum, oyuncuları ve senaryosu tamamen diğerinden farklı
olan bir sonbahar bu…

Gökyüzü
oldukça karanlık, yağmur çiseliyor. Bulutlar şehri adeta istila etmiş. Mutfak
penceresini açtığımda bir misafir karşılıyor beni. Hava hüzünlü ve huzurlu; bu
iki birbirinden farklı görünen durumun bir arada nasıl var olabildiğine şaşırıyor
aklım ve kalbim.

Her
şey gerçek olmaktan öyle uzak ki, kırmızıya çalan rengiyle penceremi çalan
minicik yaprağı fark etmekte gecikiyorum. Beşinci kata nasıl çıkabildiğine bir türlü
aklımın ermemesinin yanı sıra, onu bana kimin göndermiş olabileceği bilmecesini
çözemiyorum. Bir mesaj taşıdığı kesin, ama kim bana ne söylemeye çalışıyor
bilmiyorum.

Karşı
binada bir kadına gözüm takılıyor. Sabahın bu erken saatinde kağıtların içine gömülmüş
ve çalışıyormuş gibi görünüyor ilk bakışta. Biraz daha dikkatli bakınca
emzirmekte olduğu bebeğini görüyorum. İlk düşündüğüm kendi bilinçaltımın bana
oynadığı oyunlar oluyor, bilim adamlarının bir nevi, algıda seçicilik dedikleri
şey. Kendim için ilk dileğimin çalışmak olmasına rağmen, doğanın bana hazırladığı
rolü de görmezlikten gelemiyor olmam açıklıyor durumu.

Farkındalık
ve her gün yaşanan içsel yolculuklar kadar zor ve hatta kimi zaman acı verici
olabilen bir mücadele. Ben hayır dedikçe, Akdenizli erkek misali daha bir evet
anlıyor yanıtımı. Belki de bu ilişkide ben naz yapan dişiyi oynuyorum, fakat
henüz rolunun farkına varamamış dişi kişi.

(Berlin,
22 Ekim 2005, Sabah yedi suları

Edit: Bir sene sonra, yine sonbahar, yine Berlin… Doğa:0 Ben:1 Geçen zamanın kaç ay veya kaç
yıl olduğundan ziyade yarattığı farklılıkları görmek ilginç!

Bu yazı, ilk defa 16/10/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



Warm Houses of Berlin…

Berlin'in Almanyası Posted on Tue, August 21, 2012 14:05:14

Berlin’de cuma-cumartesi gecelerini düşünce insanın aklına
ilk olarak ev partileri geliyor. Aynı gece içerisinde bir ev partisinden diğerine
geçerek sabahı bulmak işten bile değil. Bu şehirde bir parti düzenlemek için
neden çok. Örneğin yeni bir eve taşındınız hemen bir ev-ısıtma partisi
(housewarming) düzenlemek şart. Doğum günleri ve özel günlerin dışında aylık düzenli
olarak parti veren insanlarla tanışmak o kadar kolay ki Berlin’de. Hatta
“Biliyor musun Ben’in ev partileri hep çok güzel oluyor.” tarzı konuşmaları
duymak da.

Peki nedir bu ev partisi konseptinin arkasındaki fikir
diye soracak olursanız, tüm ukelalığımla size bir ekonomik model kuruveririm
beş dakikada. Şaka bir yana, Berlin Almanya’da işsizlik oranın en yüksek olduğu
şehirlerden biri. Çoğunluğunu Türklerin, yabancıların ve üniversite
öğrencilerinin oluşturduğu Berlin halkı alternatif yaşam biçimlerine tamamen
kucak açmış vaziyette. Parasızlık insanı yaratıcı olmaya teşvik eder mi
sorusuna ekonomistlerce henüz açıklama getirilmemiş olsa da Berlin her yönüyle
yaşayan örnek olarak karşımızda.

Ev partisi fikrini sorgulamayı bir kenara bırakıp uygulamalara
dönersek görüyoruz ki pek çoğu başarılı. Özellikle de partiye katılanlar değişik
değişik ülkelerden kalkıp dil kursu, üniversite, staj-iş gibi nedenlerle
Berlin’de yaşayan yabancılardan oluşuyorsa çok renkli ve güzel bir atmosfer oluşuyor.
Almanya’nın ve Almanlar’ın o soğuk havası bu multi-kulti ortam sayesinde bir
nebze daha çekilebilir hala geliyor. Eğer ki partiye katılanların büyük çoğunluğu
Almanlar’dan oluşuyorsa, eğlence anlayışı bira içmek ve fikir değiş-tokuşundan öteye
pek geçemiyor.

Berlin’in evleri partiler sayesinde dünya üzerindeki
pek çok evden daha sıcak. Ama diyeceksiniz ki Einstein’in konuyla ilgisi nedir.
Bir ilgisi olması da gerekmiyor aslında. O, sadece kendi kendi eğleniyor insanoğulları
ve insankızlarını seyrederek. Malum dün cumartesiydi. İnsanın kendini bir ev
partisinde bulması kaçınılmazdı. Dün geceki partide duvardaki Einstein ile uzun
sure bakıştık da. Hatırını kırmak istemedim. Bir sonraki parti nerede bu arada?

Bu yazı, ilk defa 15/10/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



SENDEN BENDEN BİR HİKAYE……………. (Le Nouveau Monde)

Aklıma Takılanlar Posted on Mon, August 20, 2012 17:17:55

Aramızda geçenlerin bir denklemi var mıydı diye düşünüyor
kız. Aylardan ağustos. Sonbahar yaklaşıyor. İstanbul sonbaharlarının özlemiyle
dolu olan çocuk şimdi İstanbul’da ve yıllar sonra onunla görüşmek istiyor. Kız
daha bir pervasız ve umursamaz. Belki de zaman insanları umursamaz kılıyor,
yaralara ilaç olurken. Belki de tedavi yöntemi bu. Niye her şeyin arkasındaki
nedenlerle bu kadar uğraşıyorum diye geçiriyor içinden kız. Her şey için bir
bilimsel açıklama arama ihtiyacı, daha lise yıllarında enjekte edilmiş bu insanlara.
Haftada iki saat din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeninin zırvaları bir
kulaklarından girip çıkmayı bırak hiç girmemiş bile kafanın içine. Halbuki
hayat çok daha kolay olabilirmiş onlar için farklı şeylere kulak
verebilselermiş. O zamanlar kaygıları yaşamın temel kuralları, Darwinvari
mutasyonlar, kimyasal reaksiyonlar, soyut matematik problemleri ve üç boyutlu
analitik geometri gibi fani(!) konulardan ibaretmiş.

Yıllar sonraki bu buluşmaya hazırlanırken kızın aklı bu
konularla dolu değil elbette. Hızlıca geçiyor yaşamın içinden, altın postlardan
ve tresholdlardan haberdar değil o zamanlar. Hayatını basitleştirebilmek için
birtakım kitaplara paralar dökmeye başlayacağı yıllardan dört sene öncesi. Kızın
heyecanını yakın arkadaşları da paylaşıyor bu buluşmadan önce. Kadınlar hiç
değişmiyor. Her zaman yakın arkadaşlar tanıklık ediyor öyle ya da böyle
yaşadıklarına. Kız o gün ne giydiğini, hazırlanmasının kaç dakika kaç saniye
hatta kaç mili saniye sürdüğünü hatırlamıyor.

İşte sonunda karşında çocuk var. Dakika Bir: bu geçen zamanda hangimiz
daha çok değiştik yarışması başlıyor. İstiklal caddesinde yürüyorlar beraber.
Ama dört sene öncesinin o tatlı heyecanı artık yok kızda. O zamanın anıları pek
de kapısını çalmıyor artık. Patlayan havai fişeklerin susmuş olması da cabası.
Havadan sudan konuşmalar eşliğinde tünele geliyorlar. Roller değişmiş artık. İlk
tanıştıkları zaman kız kentin yabancısıyken şimdi oğlan yeni dünyalı (!), kız İstanbullu
ev sahibesi. Hoşlanmayarak da olsa kız üstüne düşen görevi yapıyor ve oğlanı
KV’ye sürüklüyor ve Dakika İki: ilk yarışma yerini bilimsel lakırdılar
yarışmasına bırakıyor. Fakat yarışan kişi sayısı bir, seyirci ve sıkılan dişi
sayısı bir.

Gelişmiş teknolojinin insan-oğullarına ve insan-kızlarına sunduğu engin olanaklardan
yararlanmamak aptallık olsa gerek diye düşünmüş herhalde çocuk. Bir insan,
izini kaybetmiş olduğu diğerini bulmak isterse çareler tükenmiyor: google,
email sunucularının arşivleri, çeşitli internet siteleri. Çocuk da yahoo
arşivlerini didiklemeye başlıyor. Lise yıllarının güzel anıları aklının bir köşesinde.
İçinde, farkında olmadığı garip bir pişmanlık duygusu var. Saklambaç
oyununda sadece saklanan olmayı öğrenmiş, şimdi arayan olmaya soyunuyor
kendince. Kızın bu adrese gelen emaillerini okuduğu umuduyla yazmaya
koyuluyor. Aylardan şubat: buluşmadan sadece altı ay önce.

Beklediği cevap beklemediği kadar kısa zamanda geliyor çocuğa.
Çocuk yazıyor tekrar: ben kendime soruyorum, hatta bazen çok soruyorum, soruyu
unutuyorum. Kız susuyor. Vanilyalı soya sütünü sevdiğini öğreniyor çocuğun.
Çocuk kızın en çok sevdiği meyvenin çilek olduğunu biliyor mu acaba. O da merak
ediyor mu diye içinden geçiriyor. Çocuk yazmaya devam ediyor kızın düşüncelerini
merak ediyor bir yandan: burası materyalist ülke. Aslında burası orası fark
etmez, insanlar her yerde materyal zevklerle tatmin etmeye çalışıyorlar açlıklarını.
Ama işte, Sultan Süleyman da gitti, hepsini geride bıraktı. Çırılçıplak gömüldü
toprağa. Kız seviniyor içten içe yeni dünyaya taşınmak çocuğa yaramış diyor.
Her konudaki düşüncelerini merak eden bir insan olmasından dolayı duyduğu
mutluluk ile dolu. Biri, hem de onun için zamanında çok önemli olan biri onun gözleriyle
görmek istiyor dünyayı.

Çocuk şiirlerden sıkılmış. Kız o sıralar hala şiirseverlerden, arada bir
açıp sevdiği şiirleri okuyor. Bu hikayede bir zamanlama hatası var sürüp giden.
Hani herkesin ağzından düşmeyen meşhur “timing” bir türlü tutmuyor
ikisinin hikayesinde. Çocuk yazmaya devam ediyor: Mesela bazen insan abartıyor,
hatta abartmaktan bir farklı zevk alıyor. Hani, kendimizi bir soyutlayalım.
Yalnız bırakalım. Yalnız bırakalım ki, kendimiz düşünsün biraz. Çok değil, az
bir süre de düşünceler abartılı noktalara varıyor. Çocuk da kız da çok düşünenlerden.
Dolayısıyla abartanlardan. Gecenin bir yarısı yağmurda ıslanıp, birbirlerini
seven-nefret eden sonra da buna karşı ilaç arayanlardan.

Çocuk, hayal kurmayı seviyor. Bütün ekonomik düzenleri alıp çorba yapmak
istiyor. Kıza yazmaya devam ediyor: bazen görüyordum seni sınıftan dışarı,
diyordum, ‘var ya okuldaki en güzel kız, ama yaklaşmak nasıl mümkün olur?’ Kıza
ancak okul bitip de yolları ayrıldıktan sonra yaklaşıyor. Sinemada
beraber bir film izleniminden haylice oluyor paylaştıkları. Ama ikisi de birbirini
tanımıyor, hatta belki de kendilerini bile tanımıyorlar. Çocuğun elinde siyah
beyaz fotoğraflar kalıyor kızın hiçbir zaman görmemiş olduğu. Kızın ise elleri
bomboş. Yaşanan güzel anlar ve kendince içinde büyüttüğü akış kuramlarıyla
oyalanıyor. Yeni dünya giriyor araya sonra. Çocuk özlüyor pek çok şeyi ve
yazıyor: burda çünkü fare gibisin, işin gücün iş aslında hepimiz fareyiz, olay
kafanın içinde bitiyor. Ama çocuk çoktan yeni dünyaya bağlanmış, kız ise
yepyeni serüvenlere yelken açmış, hem farklı coğrafyada hem de kendi coğrafyasının
farklı yerlerinde.

Çocuk konuşuyor, kız susuyor. Çocuk yazmaya devam
ediyor: bazen anlamadım ben seni. Açık konuşayım. Bazen daha da anlatmalısın.
Yani hıyarlık belki bende, anlamıyorum. Ama böyle geniş geniş anlatınca insan,
partial differialları bile anlıyor… Ne diyeyim. Hayat güzel. Buluşmanın üzerinden
dört koca sene geçmiş. Kız düşünüyor: evet, gerçekten de hayat güzel, zamanlama
hatalarına rağmen. Artık çocuk susuyor, kız yazıyor. Kız yazdıkça mevsimler
bahara dönüyor, çiçekler açıyor, anlamlar kelimeleri terk edip hayata karışıyor,
her şey daha bir ışıl ışıl akıp gidiyor.

(Berlin, 15 Ekim 2006, günlerden Pazar)

Bu yazı, ilk defa 15/10/2006 tarihinde
havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



akış tadında bir alıntı… ben (ç)alıntı şiirleri sevmem…

Ordan Burdan Şurdan Posted on Mon, August 20, 2012 14:35:48

Bu yolculukta döndüğümüz yer
sanırım başladığımız yer oluyor çoğu zaman… Yıllar önce okuduğum ve bir
kenara not aldığım bu şiir, aradan geçen beş koca sene ve yaşananlardan sonra
çok farklı anlamlar sunuyor. Belki de sadece benim hafızam biraz zayıf, hatırlamıyorum
o zaman hissetiklerimi…

AKIŞ TADINDA

Sonsuz bir kaçış gibi yaşıyorum hayatı
Göçebe ve her yerden kovularak, kaçarak
Hiçbir tepki vermeden olanlara, gördüklerime
şaşırmadan geçiyorum.

(tepki vermek biraz da sahiplenmek değil midir ki ?)

Oysa ben güzelliklerin yanından soğukkanlı bir tavırla,
Geçiyorum böylece

Böylelikle bir yalan kıvraklığıyla yerleşmiş oluyorum hayata
En beğendiğim yerine seriliyorum yaşamın
Hiçbir şeye dayanmıyorum, kanıtlayıcı doğrular
bırakmıyorum peşimde
Bir yalan gibi çıkıp ortaya, delilsiz
kaybolabiliyorum.

Yaşadıklarımın hepsi soylu bir akış hissi ve en az
durağanlık için düzenlenmiş bir oyun
şaşırmadan geçiyorum,
Dökülür gibi geçiyorum yerlerden
Evet dökülüyorum, ama acımıyorum.
Akıyorum

Hiçbir şeyi, hiçbir yeri sahiplenmemek becerisiyle
BEN HİÇBİR YERİN İNSANIYIM. Hiçbir yerin insanı değilim
ben.

Akan şeyler ırmak, su gibi sıvı diyorum
Ben de sıvı tadındayım işte
Akıyorum geçerken.
Çünkü göçerken
Her şeyi bir akış rahatlığında yaşıyorum.

Biliyorum ki bir şeyi,
Örneğin hayatı, eline alıp sıkman için
Katı olması gerektir diyorum.
Oysa sıvı olana sadece elini uzatıp dokunabilirsin
Bu da yeter tanıklığına hayatın.

delilsiz kayboluyorum.
Belirgin bir iz bırakmamiş oluyorum kimsede. (İzler başka yerlerde)
Böylece geçiyorum hayattan
Akış tadında

Dökülerek, saçılarak, kırılmadan yaşıyorum
Her yerden gidebilmek özgürlüğümle
Olanların senle ilgisi yok…

Edit: Google’daki onca aramalarıma
rağmen bu yazının kime ait olduğunu bulamadım. Umarım bir gün bir yerlerde tekrar
rastlarım ve yazara karşı olan borcumu yerine getirebilirim.

Bu
yazı, ilk defa 15/10/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



« PreviousNext »