I am creatively productive!
The way I work is creative and productive!
I am deeply engaged!
I believe in the progress principle:
A meaningful work, even a small win…
2006 yılında havadansudan.azbuz.com adresinde yayınlamaya başladığım yazılarımı buraya taşıdım. Devamı da var :-)
I am creatively productive!
The way I work is creative and productive!
I am deeply engaged!
I believe in the progress principle:
A meaningful work, even a small win…
Bu hafta sonu evden dışarı adımımı atmamamın ödülü bitirdiğim iki roman oldu: Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası ve Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ile Rakım Efendi kitapları. İkisi de birbirinden güncel ve keyifli idi. Lafı çok uzatmadan bu romanlardan aklımda kısa kısa neler kaldı onları burada paylaşmak isterim.
Araba Sevdası:
– İstanbul’da o zamanlar pek meşhur Belle Helene operası çalınırmış.
– Bütün mirasyediler gibi Bihruz Bey de servetini, yemekle bitmez tükenmez zannederdi.
– Fransızca konuşmak marifetmiş o zaman.
– Bihruz Bey devamlı kendi kendine gelin güvey olmuş.
– Alaturka saat günümüz saatinden farklıdır. Hava kararınca saat 12 olmuş demektir.
– Kitabın sonunda imana gelen Bihruz Bey Periveş Hanım hakkındaki gerçeği de öğrenir.
– İlk realist Türk romanı.
– Eskiden kalemlerde çalısanlar işe pek uğramazlarmış. Ne güzel işmiş 🙂
– Araba Sevdası değişik markalar BMW, Porsche, Ferrari etc. adı altında devam etmekte günümüzde, Fransızca yerine artık İngilizce kelimeler kullanıyoruz.
Felatun Bey ile Rakım Efendi:
– Doğru batılılaşma nasıl olmalıdır?
– Azimli Rakım Efendi, 100 altına kendine esir (daha doğrusu cariye) satın alır.
– O yıllarda Tophane’den Kağıthane’ye kadar kayıkla gitmek mümkündür.
– İngilizler çocuklarına Türkçe ders aldırır.
– Rakı içmek makbuldur.
– Herkes Rakım Efendi’ye aşıktır.
Aklımda yazmayı düşündüğüm farklı konular
olmasına rağmen, bugün İnternette okuduğum bir yazıdan aldığım ilhamla sevgiye
dair içimden geçenleri hemen paylaşma ihtiyacı ile doldum. Yazı, Esma-ül Hüsna’da
yer alan “En-Nur” ve “El-Vedüd” den bahsediyordu. Kalbe
şifa veren En-Nur ve yaşamında sevgi ve muhabbeti az olanlara çare olan ‘El-Vedüd’…
Yeni doğan bebekler için denir ya “nur
topu gibi” kızınız veya oğlunuz oldu diye. En-Nur enerjisi de yeni
doğan tüm bebekler gibi karanlıkları aydınlatır ve kalplere ışık saçar. Sanırım
büyüklerimiz “En-Nur” enerjisinden esinlenerek böyle buyurmuşlar. Kalbimizi
aydınlatan “En-Nur”, doğa hazineleri ile kalp gözümüzün Aşk’a
açılmasında bize kılavuzluk eder, tabi ki biz kulaklarımızı doğanın sesine
açık tuttuğumuz sürece.
Gizemli yaratıcı enerji hepimizde
fazlasıyla mevcut. İngilizce “inspiration” kelimesi ilham, esinlenme demek.
Kelimenin kökeni ise “in spirit”. Ruhun içinde, içinden anlamında. Hani
sözlerini anlamasak da çok sevdiğimiz bir şarkıyı dinlerken o melodinin
enerjisi içimizde doğar, derinliğimize iner ve bize ilham verir ya. Aynı
şekilde, çok hoşlandığımız birini yakından tanımak istediğimizde de aramızda benzer
bir etkileşim başlar. Her iki tarafın enerjisi birbirini etkiler.
“El-Vedüd” hem seven hem de
sevilen anlamına gelmektedir. Sevilen güzeldir güzel olmasına ancak seven
çaba gösterendir. O’nun enerjisi büyük bir denizdir, aynı anda hem mücadele
etmeyi hem de teslim olmayı bilen. Bu güçlü enerjiyle ilgili bugün okuduğum
yazıda yer alan Mevlana’nın sözleriyle satırlarıma son vermek istiyorum. Her
kalbin içine farklı bir his doğuracak bu enerji ve ışığa her daim sahip
olabilmek dileğiyle…
“Ey aşık!
Korkma sev.
İki iken bir olabileceğini sev.
Ona sahip çıkamam diye korkma;
İkinize de sahip çıkan var nasıl olsa.”
İnsanoğlunun özgürlüğü nerede başlar? Nerede biter? Bazılarının iddia
ettiği gibi her şey sırlarla dolu beynimizin içinde yaşanıyorsa eğer özgürlük de orada, derinlerde bir yerlerde saklı olsa gerek. Madem
her şey bu kadar içimizde, o halde biz niye özgürlüklerimize son vermek
için can atıyor ve bunu başardığımız an kendimizi hayıflanmalar
denizinde buluyoruz ki! Sonra da suçlu yine ve her zamanki gibi
kulağımıza fısıldayan şeytan oluyor.
Kendimizi anlamaya ne kadar çok çalışırsak, o kadar anlayamamaya mahkum oluyoruz. Bu paradoksu çözebilmek benim için şimdiye kadar mümkün olmadı. Bugün mümkün mü
peki? Hiç sanmıyorum ama içimden bir ses bir gün, bir gün o işte bugün
diyeceğim gün olacak diye beni kandırdığı için çırpınmaya devam
ediyorum.
Kafa karışıklığından daha kötü bir şey varsa kesinlikle
kalp karışıklığı olmalı. Çünkü o bütün karışıklıkları peşine takıp
bedenimize misafir oluyor. Bedenimiz nereye gider ise o da kendini
vücuda kenetlemiş kene misali bizimle. Fazla karıştırmamalı kendini
insan, izin vermemeli karışmalara, bulamaç olmamanın bir yolunu
bulabilmeli. Bulanmadan akmak lazım demiş ya Mevlana, ne güzel demiş…
Eskiden
bulanık deyince aklıma sudan başka bir şey gelmezdi. İnsan da su
misali… Akmadan duramıyor…Durduğu zaman akamıyor… Durduğu zaman
içi sıkışıyor, yatağına sığamıyor işte. Sığamama duygusu endişeleri
arttırıyor, endişeli insan gam-lı insan olarak dönüp duruyor kendi çevresinde. Etrafındakileri mutsuz ediyor, kendisini ise çok daha
fazla…
Keşke bir deniz olsaydı yakınlarda… Keşke yanına,
bucağına gidip dizlerine başımı dayayarak, tüm kederlerimi, tüm
endişelerimi özgür bırakabilseydim…
Bu yazı, ilk defa 25/6/2007 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.