Blog Image

havadan sudan [blog, writing, travel, yoga]

free your mind...

2006 yılında havadansudan.azbuz.com adresinde yayınlamaya başladığım yazılarımı buraya taşıdım. Devamı da var :-)

Laughable Loves ya da Gülünesi Aşklar by Milan Kundera…

Ordan Burdan Şurdan Posted on Thu, August 23, 2012 13:54:25

Kundera, bütün yapıtları
arasında en çok Gülünesi Aşklar’i büyük keyif ve zevkle yazmış olduğunu söylese
de, ben okuduğum kitapları arasında bana en çok keyif vereni olduğunu söyleyemeyeceğim
maalesef. Yedi öyküden oluşan bu kitap aşk, yalan ve yanılsama temaları üzerinde
tekrar tekrar durmakta. Bu öykülerin 1958-1968 yılları arasında yazılmış olması,
o dönemin yanılsamalarıyla günümüzün yanılsamaları arasındaki farkları ortaya
koymakta kanımca.

Kitap boyunca farklı kişilerin
kimlik sorunları benzer bir şekilde sunuluyor. Kundera’nın kurduğu bu benzerlik
cinsellikten ve erotizmden başka bir şey değil. Mesela, çok genç ve çok güzel
karıları olan orta yaşlı erkeklerin eşlerini aldatma istekleri hikayelerin pek çoğunda
karşımıza çıkıyor. Daha çok olaylara dayalı bir anlatım yolu izlese de
Kundera’nın bu kitabı insanda Prag’a gitme isteği uyandırıyor. Kitapta
Kundera’nın kendi hayatından izler bulmak da pek mümkün. Örneğin bir
hikayesinde üniversite’de öğretim görevlisi olan bir adam baş karakter. İnsanın
hemen aklına Kundera’nın kendisinin de bir zamanlar Çek Sinema Akademisinde öğretim
görevlisi olarak çalışmış olduğu geliyor.

Bir hikaye var kitapta, sanırım sondan bir önceki: 10 yıl sonra Doktor
Havel. Hikayenin bir yerinde Kundera’nin gözlem gücüne öyle hayran
oldum ki, adeta hafızama kazındı orada geçen bir sahne. Doktor Havel’in
kitaptaki pek çok erkek karakter gibi genç, güzel ve de üstelik film artisti
olan bir karısı var. Doktorumuz zamanla yaşlandığı için pek çok sağlık
problemleriyle uğraşmak zorunda kalıyor. Fakat bu o’nun sürekli çevredeki kadınlarda
olan gözünü ve onlarla birlikte olma isteğini azaltmıyor. Doktor Havel günün
birinde kendini bir tedavi merkezi olan kaplıcada buluyor. Fakat
orada öylesine yalnız ki. Etraftaki kadınların hiç biri ona ilgi göstermiyor. Havel
bu durumu yaşlanmış ve artık kadınlar tarafından çekici bulunmuyor olmasına bağlıyor.
Bu duygu, onu genç ve güzel karısına daha da yaklaştırıyor. Hemen telefona sarılıyor
ve karısını tedavi merkezine onu ziyarete gelmesi için ikna ediyor. Hikayenin
devamında neler olduğunu tahmin etmek pek de zor değil. Genç, güzel sinema
oyuncusu eş Havel’i ziyarete geliyor elbette. Havel büyük bir gayretle eşini
herkese gösteriyor. Birlikte olduğumuz insanlar bizim kendi değerimizi artırır
mı? Havel’e göre evet. İnsanlardan bu yolla daha fazla ilgi görmesinin dışında
doktorumuz artık tedavi merkezindeki genç ve güzel kadınların hepsine ulaşabiliyor.
Hatta pek çoğu onunla birlikte olabilmek için can atıyor. Neden mi? Alın size
bir yanılsama daha: insan kurduğu ilişkiler yoluyla kendini onlar gibi olmaya
yeltendiği başka insanlarla eşitlediğini düşünüyor. Aynı Havel’in çevresindeki
kadınların Havel ile birlikte olduklarında onun sinema oyuncusu karısı ile eşit
olacaklarını düşünmeleri gibi… Havel mi kim? O sadece bir araç… Ama bilerek
ama bilmeyerek bu yanılsamadan kendine fayda çıkaran bir insanoğlu…

Bu yazı, ilk defa 27/11/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



İsyancı Bahar: Gustav ile Onat nerede buluşurlar?

Ordan Burdan Şurdan Posted on Wed, August 22, 2012 17:44:27

Sanırım
Gustav Klimt kedileri köpeklerden daha çok seviyordu, 1862-1918 yılları arasında
geçen hayatında. O yüzden kadınları bu kadar çok resmetti diye düşünüyorum.
Raoul Ruiz’in yönetmenliğini yaptığı ve John Malkovich’in baş rolde oynadığı
2006 yapımı “Klimt” isimli filmi henüz seyretmemiş olsam da Gustav’ın
gördüğüm birkaç eserinden bile geçmişinde hüzünlü bir aşk hikayesi olduğunu
hissedebiliyorum. Hüzün deyince insanın aklına bahar; baharla birlikte isyan
geliyor. Onat Kutlar ısrarla diyor ki “Bahar İsyancıdır”. Masallarla örüyor
hikayeleri… İnsanı batıdaki küçük odasından, yalnızlığından alıp doğuya, doğunun
cömert topraklarına, mutlu insanlarına götürüyor. Her durakta soluk alıp hayatın
anlamını sorgulasa da umut hiç eksik olmuyor bu soruların içinden. İnsanın bir
parça ekmeğini bölüp bir başkasıyla paylaşası geliyor Onat Kutlar’ın satırlarında
ilerlerken gözleri. Duvarlardan bahsediyor ama baharın kokusu geliyor insanın
burnuna buram buram. Gustav Klimt’in de aynı kokuyu Viyana sokaklarında duymadığı
ne malum? Belki de o yüzden kadınlarını çiçeklerle beziyor ressam. Ama kadınları
hüzünlü Gustav’ın. Belki de her tablosunda aynı kadının hüznünü farklı kadınlarda
gösteriyor bizlere. Kim bilir? Gustav hiç doğuya gitmiş midir diye sormadan
edemiyor insan. Doğunun kadınlarının da gözleri hüzün doludur ve de güzel bakar
gözleri. Şefkat, merhamet ve sevgi doludur içleri. Kucaklandığını hisseder
insan. Onat
Kutlar doğuya aşıktır. Aşktır yegane şey cenneti ve cehennemi bir arada barındırabilen.
İnsan yirmi birinci yüzyılın ruh eşi zırvalarıyla kafası bulanmış vaziyetteyken
çoğu zaman farkına varamaz bile aşık olduğunun. Ne yazık! Halbuki aşk için mükemmellik
gerekmez. Aşk, Gustav’ın resimlerindeki gibi teslimiyet gerektirir. İnsanın
kendi isteğiyle teslimiyeti kabul etmesini. Ama artık her şey o kadar değişiyor
ki…Teslim olmak güçsüzlük demektir modern insan için. Modern insan kalıplar
arar. Kalıplara uygun olduğu sürece her şey kabul edilebilir. İnsanoğulları ve
insankızlarının kalıplarında artık masallara, düşlere, hayallere yer yok
maalesef. Artık doğu dendiği zaman pek çoğunun aklına geri kalmışlık ve savaş
geliyor. Bir zamanlar romantizmin doğduğu yer olan Almanya’da bile düş ve hayal
çoktan rafa kaldırılmış. Belki dünya üzerinde küçük bir grup insan hala masal
okumaktan zevk alıyor, hala düş kurmak için vakit bulabiliyordur internetten ve
modern hayatın işlerinden geri kalan zamanlarında. Sanırım yazarlar, şairler ve
ressamlar sadece bu insanların kafalarında buluşabiliyorlar birbirleriyle.
Bazen bir kahve içimi kadar kısa oluyor bu buluşmalar, bazen ise kişinin dünyayla
iletişimini koparacak, kişinin gözleri kızıl kızıl bakıncaya dek uykusuz bırakabilecek
kadar uzun. İşte o uykusuz gecelerde, her yerin ve her şeyin üstüne sessizlik
serpiştirilmişken; bahara öykünüyor insan, isyan edesi geliyor…

Edit: Resim… Gustav Klimt “der Küss” (1907-1908)

Bu yazı, ilk defa 6/11/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



akış tadında bir alıntı… ben (ç)alıntı şiirleri sevmem…

Ordan Burdan Şurdan Posted on Mon, August 20, 2012 14:35:48

Bu yolculukta döndüğümüz yer
sanırım başladığımız yer oluyor çoğu zaman… Yıllar önce okuduğum ve bir
kenara not aldığım bu şiir, aradan geçen beş koca sene ve yaşananlardan sonra
çok farklı anlamlar sunuyor. Belki de sadece benim hafızam biraz zayıf, hatırlamıyorum
o zaman hissetiklerimi…

AKIŞ TADINDA

Sonsuz bir kaçış gibi yaşıyorum hayatı
Göçebe ve her yerden kovularak, kaçarak
Hiçbir tepki vermeden olanlara, gördüklerime
şaşırmadan geçiyorum.

(tepki vermek biraz da sahiplenmek değil midir ki ?)

Oysa ben güzelliklerin yanından soğukkanlı bir tavırla,
Geçiyorum böylece

Böylelikle bir yalan kıvraklığıyla yerleşmiş oluyorum hayata
En beğendiğim yerine seriliyorum yaşamın
Hiçbir şeye dayanmıyorum, kanıtlayıcı doğrular
bırakmıyorum peşimde
Bir yalan gibi çıkıp ortaya, delilsiz
kaybolabiliyorum.

Yaşadıklarımın hepsi soylu bir akış hissi ve en az
durağanlık için düzenlenmiş bir oyun
şaşırmadan geçiyorum,
Dökülür gibi geçiyorum yerlerden
Evet dökülüyorum, ama acımıyorum.
Akıyorum

Hiçbir şeyi, hiçbir yeri sahiplenmemek becerisiyle
BEN HİÇBİR YERİN İNSANIYIM. Hiçbir yerin insanı değilim
ben.

Akan şeyler ırmak, su gibi sıvı diyorum
Ben de sıvı tadındayım işte
Akıyorum geçerken.
Çünkü göçerken
Her şeyi bir akış rahatlığında yaşıyorum.

Biliyorum ki bir şeyi,
Örneğin hayatı, eline alıp sıkman için
Katı olması gerektir diyorum.
Oysa sıvı olana sadece elini uzatıp dokunabilirsin
Bu da yeter tanıklığına hayatın.

delilsiz kayboluyorum.
Belirgin bir iz bırakmamiş oluyorum kimsede. (İzler başka yerlerde)
Böylece geçiyorum hayattan
Akış tadında

Dökülerek, saçılarak, kırılmadan yaşıyorum
Her yerden gidebilmek özgürlüğümle
Olanların senle ilgisi yok…

Edit: Google’daki onca aramalarıma
rağmen bu yazının kime ait olduğunu bulamadım. Umarım bir gün bir yerlerde tekrar
rastlarım ve yazara karşı olan borcumu yerine getirebilirim.

Bu
yazı, ilk defa 15/10/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



Adam & Eve, the guy called Chagall, Leyner and Goldberg…

Ordan Burdan Şurdan Posted on Fri, August 10, 2012 17:28:26

So many people are talking
in my mind. Are they crazy or am I the one who is craziest? I am just a poor human being having heaps of stuff to do, however who prefers occupying her
mind with all these famous people. If you ask whether I am
famous or not, maybe I have the so-called “hope against hope” getting
famous by the help of these celebrity creatures who you can’t see on TV or some
popular magazine.

Let’s get to know our actor
and actress of today:

Adam or Adem or Soil or the
Man:
definitely a loser in my eyes. the one who ate the forbidden fruit. was it
really an apple? (I wouldn’t exchange the garden of eden with a red and
goodlooking apple, however for a nice basket of delicious smelling strawberry,
I could consider this offer.) It took him some time to recover his sorrow about
this expulsion stuff. Nowadays, he is enjoying his retirement days with his
wife Eve in their nice house with swimming pool, watching regularly TV to see
how/what their millions of kids doing on earth, having his daily problems but
never giving up being a macho.

Eve or Havva or the Living
One:
the
first unlucky woman. there are millions of men still in the belief that she was
created from one of the ribs of Adam. Probably, she was aware of Lilith (Adam’s
first wife), I think she had to say yes to Adam because there was a serious
lack of men at that time. She is spending her retirement days in the same house
with her macho husband Adam. She got used to hear the everyday-blames of
feminists on her. This doesn’t disturb her anymore.

Battle of Adam and Eve (or scientifically known as
Battle of Sexes)

Eve

: Why does Adam fall asleep after sex?
Leyner & Goldberg : Eve, well you know, it is better first you buy
our book. Allright, buddy? You know, this copyright in US. We know, you are
going to buy (some emotional teasing, is it something very american or?) so we
will try to help you, our friend.
Leyner & Goldberg: “There are many hormonal changes that occur
with orgasm and some of these changes may offer an explanation for why men fall
asleep.” (so put all the charges on hormones, men, your lucky day today!)
Adam’s turn…
Adam
: Why does Eve pee more than me? I always
have to wait in front of the bathroom and it can sometimes be very painful, you
know.
Leyner & Goldberg: “This is because men have a larger bladder
capacity. That means smaller bladders of the ladies.”
Leyner & Goldberg: one last question, ok? Eve’s turn…
Eve
: Why does Adam never listen to
me?
Leyner & Goldberg: “Scientific studies show that for men the
female voice is more complex and more difficult to hear and understand.”
So it is not fault of Adam. He is incapable of listening you. Maybe you can
change your voice or something.
(Men are obviously supporting each other thinks Eve and so do I)

Adam & Eve :
Thanks a lot Leyner and Goldberg! You are good sons of us. We are proud of you!
Leyner & Goldberg: It was our pleasure! See ya around! Ciao!

Edit:

1. The BOOK: Why Do Men Fall Asleep After Sex: More Questions You’d Ask a
Doctor After Your Third Whisky Sour by Mark Leyner and Billy Md
Goldberg, Three Rivers Press
(I haven’t read the first book of them called “Why Do Men Have
Nipples?” yet. But this second book helped me quite a lot to reset myself
after reading too many nice novels. Why did I mean with resetting?
Absolutely, gaining the energy to restart reading some nice novels.)

2. The PAINTING: “Adam and Eve” (1912) by Marc Chagall (Well, he is
famous but I don’t know him very well. All I know is he took inspiration from
Belarusian folk-life and portrayed many biblical themes reflecting his Jewish
Heritage.)

Bu
yazı, ilk defa 13/10/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



« PreviousNext »