Blog Image

havadan sudan [blog, writing, travel, yoga]

free your mind...

2006 yılında havadansudan.azbuz.com adresinde yayınlamaya başladığım yazılarımı buraya taşıdım. Devamı da var :-)

Yesterday’s Mistakes by Oi Va Voi…

Günü Yakalamaca Posted on Wed, August 22, 2012 16:30:45

Oi Va Voi isimli İngiliz grubun 2003’te çıkardıkları
“Laughter Through Tears” albümü tek kelimeyle muhteşem. Onlar hakkında
yazmamak için çok direndim. Çünkü onları dinlemek bir nevi kendi içimde bir yolculuk,
çoğu zaman bana özel bir tören havası taşıyordu. “Ladino Song” isimli
parçalarıyla ilk ok içimde bir yerlere saplandı. Yesterday’s Mistakes ise hem müziği
hem sözleriyle süresiz bir kira kontratıyla yerleşti içimdeki dairelerden
birine. Herkes hata yapar, hatalar affedilmeli ama unutulmamalıdır…

“Don’t
need another resolution to feel
As though I’m going somewhere, somewhere

You said you needed me
Or at least that’s what I thought
At times the memories
Seem to be knocking at my door
I’ve seen the film a million times
Feels like I wrote the storyline
I refuse to replay
The mistakes that we made yesterday

I like to think I’m stronger now
Victim of common sense
The truth is that I know I still
Confuse the past with the present tense
Condensing what we had
To a single frame
That sticks in my mind
As I try to move on
The same image comes back every time

They were yesterdays mistakes
And they were yesterdays mistakes
Yesterday’s mistakes
Somewhere

Forgive my selfishness
I’d be grateful if you can
Forget my ingratitude
You think I’m twice the girl I am
They say we should forgive
But not forget
What has gone before
I refuse to replay
The mistakes that we made yesterday

And they were yesterdays mistakes
Yesterday’s mistakes
They were yesterdays mistakes

I refuse to replay
The mistakes that we made yesterday
I refuse to replay
The mistakes that we made yesterday

I refuse to replay
The mistakes that we made yesterday
I refuse to replay
The mistakes that we made yesterday

I refuse to replay
The mistakes that we made yesterday
I refuse to replay
The mistakes that we made yesterday”

Bu yazı, ilk defa 6/11/2006 tarihinde
havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



Shortbus or Shortcomings of Mitchell?…

Günü Yakalamaca Posted on Wed, August 22, 2012 15:26:36


Shortbus hakkında yazmak yada yazmamak, işte bütün
mesele bu… John Cameron Mitchell’in yönetmenliğini yaptığı bu filmi iki gün önce
seyrettim. Filmin konusunu çok ilginç bulmama rağmen bir türlü benimseyemedim.
Hani insan kendini bir filmi seyrederken yahut kitabı okurken oradaki
karakterlerle özdeşleştirir ve konunun içinde hisseder. Maalesef bu filmde
seyirci olarak kalmaya mahkum bence pek çoğumuz. Mitchell’in oyuncularla
birlikte doğaçlama olarak yarattığı karakterler bana Oğuz Atay’ın
“Tutunamayanlar” adlı kitabını anımsattı. Tabii ki çok önemli bir
fark var. Oğuz Atay’ın kitabının sayfaları boyunca gördüğünüz tutarlılığı Mitchell’in
filminde bulamıyorsunuz.

Gelelim şu meşhur karakterlere: gay bir çift,
evlilik(ilişki) terapisti Çin kökenli bir kadın ve kocası, sanatçı geçinen
kimseyle gerçek anlamda bir ilişkisi olmayan ve hayatını dövülmekten
hoşlanan erkekleri döverek kazanan alternatif görünümlü bir hatun, tüm hayatını
mutlu gay çiftimizi röntgenlemeye adamış bir adam, shortbus isimli garip New
York kulübündeki insanlar vesaire…vesaire…

Bence filmde tanıtılan tüm insanların bir ortak noktası var: çocukluk dönemlerinde
onları derinden etkilemiş bir olay. Belki bu Mitchell için de geçerli.
Belki de Mitchell’de bu yüzden gay. Kim bilir? Fakat filmin zayıf olduğu
yerlerden sanırım en önemlisi de bu. Neden-sonuç ilişkisi kurarmış gibi yapıp
sonunda izleyiciye hiç birşey sunmaması. Özellikle de James: gay
ilişki yaşayanlardan bir tanesi. Tüm film boyunca kamerasıyla çekim yapıyor ama
yönetmen tam olarak bir yere bağlamıyor ve de doğru düzgün kullanmıyor bile bu
görüntülerden.

Farklı yerlerden kesilmiş birbirine benzer sicim parçacıkları
rastgele bir araya getirilip kırmızı renkli playboy amblemli bir paket kağıdına
sarılarak seyirciye sunulmuş adeta. “Yaşasın gay olmak” ve
“liberal cinsel hayat iyidir, mutlu değilseniz deneyiniz” mesajları
ile dolu olan filmde karikatürize edilmiş New York görüntüleri ve eski belediye
başkanının konuşmaları (özellikle de “bu şehre insanlar affedilmek için
gelir” kısmı) gerçekten çok etkileyici ve güzeldi. Sonuç: reklamın iyisi kötüsü
olmaz mantığı ile yola çıkan yönetmen, pek çoklarını bu sayede sinemaya çekmeyi
başarıyor, ben dahil…

Bu yazı, ilk defa 28/10/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



Close your eyes! Open your heart!

Günü Yakalamaca Posted on Fri, August 10, 2012 17:11:30

“The Science of
Sleep” by Michel Gondry: Tamam, kabul ediyorum sinema uzmanı değilim, bu
film beni Amelie gibi kalbimin orta yerinden de vurmadı ama uzun zamandır
seyrettiğim en ilginç, en tuhaf, en eğlenceli filmdi diyebilirim. Gael Garcia
Bernal’in adını da bu akşam bu filmi izleyinceye kadar da duymamış hatta Amores
Perros’ta oynadığından da dolayısıyla bihaberdim. Şimdi Amores Perros’u
seyretmek için daha da büyük bir istek ve merak duyuyorum.

Bu akşam, bu filmi seyretmek
için biletlerimizi almadan önce bir grup insan hiçbirimiz filmin hangi dilde
olduğunu bilmiyorduk. Koltuklarımıza yerleşip, film İngilizce başlayınca
hepimiz şöyle bir derin oh çektik. Ardından Fransızca konuşmalar başladı.
Stephane’in İspanyolca aksanlı Fransızcası daha filmin başında bile o
kadar güzel geliyordu ki kulağa.

Filmin konusuna gelince:
Meksika’da birlikte yaşadığı babasının ölmesi üzerine annesinin ısrarlarıyla,
utangaç ve kendine güveni olmayan Stephane Paris’te ufak bir apartman
dairesinde yaşamaya başlar. Stephane, yan dairesine taşınan Stephanie’ye karşı
bir şeyler hissettiğini fark eder. Gerçek hayatta duygularını kontrol etmek
için mücadele içinde olan Stephane, uykusunda kendisini düşler ülkesinde bulur.
Biraz zaman ve alıştırma ile rüyalarındaki olayları kendi amaçları için kontrol
etmesini öğrenir…

Filmin pek çok yerinde
olayların gerçek mi hayal mi olduğunu anlayamadım. Fena halde kafam karıştı.
Gerçi, gerçek veya hayal olmasını biliyor olmak çok da önemli değil.
Stephane’in Stephanie’ye söylediği bir cümle var insanı derinden etkiliyor.
“Everybody is boring but you are different.” Sanırım şu çok komplike
ve aynı zamanda da basit olan aşkın tanımı bu cümlede gizli.

Filmi seyrederken,
insan var olmayan (yahut hayallerde olan) golden the pony boy’unu tamir edip
tekrar koşmasını sağlayacak kadar ince düşünceli biriyle karşılaşabilmeyi
diliyor. Yönetmen, mucizeler yaratmış film boyunca. İnsanı bir ağlatıp bir
güldürmesinin yanı sıra aşkla ilgili sorularla başbaşa bırakıyor,
duyguları harekete geçiriyor. Tüm samimiyetimle söylüyorum: Stephane gibi biriyle karşılaşamasam
bile onun o kendi tasarımı takviminden bir tane odamda olsun çok isterim. It
definetely changed my life… Close your eyes! Open your heart!

Bu yazı, ilk defa 11/10/2006 tarihinde
havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



The Devil Wears Prada by Lauren Weisberger

Günü Yakalamaca Posted on Fri, August 10, 2012 14:53:01

Lauren
Weisberger’in ilk romanı olan “The Devil Wears Prada”, 2003 yılında
yayınlanmış, ancak bu sene Merly Streep’in baş rollerinde olduğu aynı adlı
filmle tekrar gündeme gelmiş.

Popüler
edebiyata karşı tescilli bir antipatim olmasına rağmen bir pazar günü, yapacak
daha alternatif ve iyi bir şey bulamayınca ben de bu kitabı okumaya karar
verdim. 400 sayfaya yakın olmasına rağmen kitabı bir solukta bitirdim. Bir
solukta bitirmiş olmamın kitabın çok harika olmasından dolayı olduğu sanılmasın
sakın. Zira yazarın, hiç bir edebi kaygı duymadan yazmış olması ve esprili dili
insana bir film izliyormuş hissi veriyor. Henüz filmi seyretmedim ama kitabı
okurken hafif, espirili bir pazar filmi seyrediyormuşum gibi hissettiğim için
sanırım sonunu da öğrenme isteğiyle bitirdim kitabı…

Kitaptaki
biraz beceriksiz, sakar, daha da fazlası moda dünyasından epey uzak olan Andrea
karakteri bir anda kendini bu dünyanın tam ortasında buluyor. Kim bilir belki
de yazarımız Lauren da Amerikan Vogue’un genel yayın yönetmeni Anna Wintour’un
assistanı olduğunda tıpatıp Andrea gibiydi. Lauren’i bu kitabı yazarak
patronunun çalışanlarının hayatını cehenneme çeviren tavırlarını tüm dünyaya
duyurduğu için tebrik ediyorum doğrusu. Hatta kitabın bir yerinde Anna
Wintour’un ismi bile geçiyor. İsmi geçiyor geçmesine ancak kitapta resimedilen
patron Miranda Priestly… Miranda’nın dışında; Emily, Alex, Lily ve Christian
karakterleri ön plana çıkıyor. Fakat moda dünyasının ve Miranda’nın dışında
gelişen hikayecikler pek o kadar da sürükleyiciyi değil.

Kitap,
insanı Manhattan sokaklarına ve hiç de tanıdık olmayan bir dünyaya götürüyor…
Anlatılan dünya benim için birşey ifade ediyor mu? Hayır… Sanırım hakkında bu
kadar söz yeter… Nokta.

Bu yazı, ilk defa 10/10/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



« Previous