Çok çabuk unutuyorum her şeyi: insanları, olayları,
hisleri, yerleri… Sanırım bu yüzden daha çok yazmalıyım ki unuttuklarımı geri
dönüp hatırlayabilme şansım olsun. Bazen düşünüyorum da aklım çoğu zaman uykuda
galiba benim. Beni, aklımın yerine kimin veya neyin yönettiğini bir bulabilsem
sorun çözülecek gibi görünüyor. Bu, her kimse her neyse kendini öyle güzel gizliyor
ki bulmaca bir türlü çözülemiyor.
Unutmadan yeni arkadaşlarımdan bahsedeyim: Rahip Lorenzo, Ines ve Goya. Lorenzo
canavar, Ines masum ve Goya izleyici. Goya’nın neden hayatı boyunca resimlerini
canavarlarla doldurduğunu anlamak artık daha kolay. “Goya’nin
Hayaletleri” Goya’dan çok o’nun yaşadığı dönemi gözler önüne seriyor. İlk
olarak hissettiğim şey 1700-1800’lerde yaşamıyor olmamdan dolayı duyduğum
mutluluktu.
Fransız Devrimi, Napolyon, işkenceler, mutlak güç: kilise, engizisyon, ihanet, ölüm,
delilik… Günümüzde bu kavramların ardındaki duygu ve olgular farklı görünüşlerde
yer alıyor olsa da eskiden herşey sanırım daha zormuş. Sohbetlerde sık sık yer
alan eskiden herşey daha iyiydi, kötüye gidiyoruz laflarına ben inanmıyorum.
Kim için iyiydi? Neden daha iyiydi diye soruyorum hep. Goya’nin ilham perisi
Ines ile Jane Austen’in arasında yüzyıl kadar bir zaman farkı var. Austen’in adı
kendini kitaplarıyla ifade edebilmiş bir kadın olarak tarihe kazınırken Goya’nın
Ines’i kilisenin onbeş yıl ona yaptığı işkencelerden sonra çıldırarak ölüyor
muhtemelen. Rahip Lorenzo ise öldürülenlerden. Kimine göre hain, kimine göre
sadece kendini düşünen özgür bir ruh. Goya ise sadece seyrediyor, sağır
olduktan sonra daha çok seyretmek zorunda kalıyor.
Yıllar önce Ankara Devlet Tiyatrosu İstanbul’da oynamiştı “Akıl
Uyuyunca”yı. Devlet yani krallık, din ve sanat arasındaki ilişkilere
parmak basıyordu oyun. Akıl uykuya dalınca neler olduğunun örnekleri sadece
filmler ve oyunlarla sınırlı değil. Örneğin Avusturyalı Nitsch adlı kişilik büyük
baş hayvanları katletmek suretiyle yaptığı kan revan içindeki eserlerini tüm dünyaya
sanat olarak yutturabiliyor. Yıllardan 2006, aylardan aralık. Nitsch
Berlin’de… Martin Gropius Haus’da sergisini açmış bile. Birgün de döner
yemeyiverin de gidip dönere malzeme olan hayvanların Nitsch’e nasıl
malzeme olduğunu görmeye harcayın paranızı. Üzgünüm, benim aklım
hala uykuda. Ben bugün döner yedim ve Nitsch’in sergisi için cebimde hiç
param kalmadı…
Bu yazı, ilk defa 01/12/2006 tarihinde
havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.