İnsanın
hayatında belli anlar oluyor, işte o anlarda dönüp arkaya bakmamak gerek. Hani
masallarda olur ya, o sihirli yaratıkla bir kez gözgöze gelirsen, artık kötü
büyü hep üzerindedir. Ne kadar kaçsan da nafile, ondan kurtulamazsın. Seni taşa
çevirmemiş bile olsa, kötü bir yaratıktır arkanda bıraktığın sen ondan
uzaklaşmaya çalışırken. Harry Potter’ın sihirlerle ve büyülerle dolu gizemli
dünyasından söz etmiyorum. Bazen içimden geçiriyorum da orda yaşasaydım, pek çok
şey benim için çok daha kolay olurdu. En azından kuralları çizilmiş bir dünyadan
bahsediyoruz…
Şu
anda nefes almakta olduğumuz yerin kuralları o kadar da net değil. Sürprizlerle
dolu oluyor bize hediye edilen her yeni gün, her yeni saat, her yeni dakika. Karamsar
ve mutsuz olmak istediğin zaman olabiliyorsun, bu da sana verilmiş bir hediye.
Ancak mutluluklar için biraz emek harcamak gerekiyor veya kendini evrenin
ruhuna teslim etmek. Birkaç saat önce, evime 10 dakika uzaklıktaki sarayın bahçesine gittim ve göl
kıyısında oturup ördeklerin sabah merasimlerini seyrettim. Bazıları kurulanırken,
bazıları ise banyo yapmaktaydı. Tıpkı bazılarımız ayaktayken bazılarımızın
uyuması gibi…
Sadece birkaç hafta önce, o zaman bana göre dünyanın merkezi olan yerden yani
yaşadığım yerden çok uzaklardaydım. Berlin’de gece iken orda gündüzdü, Berlin
üşürken orası yanıyordu sıcaktan, Berlin yeşilken orası çöldü. Ama ikisinin de
ortak bir yanı vardi benim için. İkisi de, yılın 12 ayı o kadar yalnızdı ki. O
yüzden artık gözleri ileriye doğru yöneltme zamanı… Arkadakileri görmek için çok
geç oldu, saat gece yarısını geçti, herkes evine çekildi. Bazıları karşı
pencereleri seyrediyor, bazıları bir kitaba dalmış, bazıları da çoktan
uykuya…
Bu yazı, ilk defa 02/10/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.