Blog Image

havadan sudan [blog, writing, travel, yoga]

free your mind...

2006 yılında havadansudan.azbuz.com adresinde yayınlamaya başladığım yazılarımı buraya taşıdım. Devamı da var :-)

Bir Yaz Günü, Rüzgarın Gölgesinde Keyifli Okumalar

Günü Yakalamaca Posted on Mon, August 27, 2012 01:28:15

Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ının ilk cümlesi “Bir gün bir kitap okudum
ve bütün hayatım değişti” Barselonalı Daniel Sempere için Julian Carax
adlı kimsenin bilmediği bir yazarın Rüzgarın Gölgesi adlı kitabını
okumasıyla gerçek olur. Kitap içinde kitaplardan oluşan Rüzgarın Gölgesi
(La Sombra Del Viento) kurgu, dili kullanımı ve anlatımı çok başarılı
olan İspanyol yazar Carlos Ruiz Zafon’un dünyanın pek çok ülkesinde ses
getirmiş bulmaca gibi bir kitabı aslında…

1945’te faşistlerin
elinde olan Barselona’da geçen dokunaklı bir aşk hikayesinin içine
gerilim/polisiye ögeler öyle güzel serpiştirilmiş ki Barselona’yi
hayatınızda hiç ziyaret etmemiş bile olsanız, olaylar sizi şehrin
sokaklarında sürüklerken bir de bakıyorsunuz ki sonsuz keyifle
okuduğunuz kitabı yarılamışsınız, hatta bitirmek üzeresiniz. Ana
kahramanlardan biri olan Daniel’in Unutulmus Kitaplar Mezarlığı’na
babasıyla yaptığı ziyarette, Julian Carax adlı gizemli bir yazarın aynı
adlı kitabını seçmesiyle başlıyor her şey…

Sizin okuma
yolculuğunuz devam ederken Daniel’in de Julian’in hayatını adım adım
keşfettiği yolculuğu sürüyor. Sonra bir bakıyorsunuz Daniel Julian
olmuş, Julian ise Daniel… Henüz “Ayna içinde ayna var” diyemeden,
olanların hiç birinin tesadüf olmadığını ve roman karakterlerinin
yollarının kesişmesinin hayatın döngüsü içinde kaçınılmaz olduğunu fark
ediyorsunuz. Ve sonra soruyorsunuz kendinize Julian ile Daniel’i
birbirine bağlayan Viktor Hugo’nun olduğu rivayet edilen dolma kalem
gibi acaba beni başka insanlara görünmeyen iplerle bağlayan neler var
hayatımda diye…

Bu yazı, ilk defa 20/8/2009 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



Sanat ve Statü Üzerine

Ordan Burdan Şurdan Posted on Mon, August 27, 2012 01:25:58

Alain de Botton yine boş durmamış, bol bol araştırmış ve
araştırdıklarını uzun uzun anlatmış “Statü Endişesi” kitabında. Pek çoğumuzun her gece rüyalarına gerek bir uçurum kenarından boşluğa
düşmek, gerekse freni bozulmuş bir arabayı kullanmak yada çıplak ayakla
yürümek zorunda kalmak gibi değişik endişe formlarında misafir olan
“Acaba diğerleri benim hakkımda ne düşünüyor” korkusunun nedenlerini
irdeliyor yazar. Beş başlıkta topladığı – sevgisizlik, snopluk,
beklenti, meritokrasi, güven- statü endişesinin sebeplerini açıklamakla
kalmıyor; felsefe, sanat, politika, Hristiyanlık ve bohemlik gibi beş
farklı çözüm yolunu daha hizmetimize sunuyor.

Her ne kadar yüksek
statü simgeleri insanlık tarihi boyunca değişmişse de güçlü olmak
sanırım her daim toplumun gözünde statünün önemli bir parçasıdır. Kişi,
ister Sparta savaşçısı olsun, ister Kilise’nin Azizlik mertebesine layık
gördüğü din adamı olsun, ister Orta Çağ Avrupa’sının hayranlık ve saygı
uyandıran şövalyesi olsun, ister de günümüz modern dünyasının iyi gelir
sahibi, markalı ürünler kulanan metro-seksüel iş adamı olsun, statü
sahibi insan her zaman diğerlerinin güçlü ve değerli gördüğü insandır.
Peki bu güç ve değer Tolstoy’un Ivan Ilyic adlı yüksek mahkeme yargıcına
ne kadar mutluluk getirmiştir kısa hayatında?

Alain de Botton bu
kitabını bir belgesel hazırlarcasına yazmış. Kitabın bölümleri tek tek
ele alındığında çok derin anlamlar taşıyan, okuyan kişinin aklında soru
işaretleri doğuran ancak bir arada tek bir film gibi ele alınmak
istediklerinde bir mesajı taşıma yeterliliğinden yoksun kalmaktadırlar.İnsanın sosyal bir varlık olmasının beraberinde getirdiği bu doğal
endişe savaşılması gereken bir öğe olmak yerine varlığı kabul edilerek,
günlük hayatta eleştirisi rahatlıkla yapılabilen bir kavram olmalıdır
bana göre. Hayatta mutlu olmak esas ve sanat da hayatın eleştirisi ise
bırakalım da sanat bizlere hatırlatsın endişelerden arındırılmış asıl
mutluluk kaynaklarımızı!

Bu yazı, ilk defa 25/3/2009 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



Cycling snowflakes after the final of Battlestar Galactica

Günü Yakalamaca Posted on Mon, August 27, 2012 01:23:52

The TV series, Battlestar Galactica, is over after four brilliant
seasons. I was always too curios about learning the end of it and the
truth behind. I ask myself what I did learn different then the misty
history, today, future and the fate of humankind. It is hard to answer
that. I can’t stop thinking that “all of this has happened before and
will happen again”. Although Admiral Adama was never Adam, Chief Galen
Tyrol did never move to the mountains of Tyrol or St. Gallen, Gaius was
never Jesus or the human-cylon-hybrid Hera was not the wife and older
sister of Zeus, the complex systems give us surprising outcomes once in a
while.

The end of Battlestar Galactica gives such a bad feeling
like you broke up with someone you love. You still love the person but
you know that you can’t be together anymore. For many people, it is
easier to stick to a religion/belief system than to stick to a
girl/boyfriend. The window in front of us contains a very blurry picture
when we talk about religion and philosophy, so we accept things without
much resistance. However the things, we believe that we can change, are
usually a good source of struggle. Likewise in Battlestar Galactica,
there was pretty much going on about politics, love, hate, power,
friendship, competition and so on…

“There must be some kind of way out of here
Said the joker to the thief
Theres too much confusion
I cant get no relief
Businessman they drink my wine
Plow men dig my earth
None will level on the line
Nobody of it is worth”

*** All Along The Watchtower by Jimi Hendrix [http://www.youtube.com/watch?v=J1__dINxiXU]

Bu yazı, ilk defa 24/3/2009 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



Just a return ticket, please!

Aklıma Takılanlar Posted on Mon, August 27, 2012 01:13:58

The girl is thinking that the boy was thinking that she had been
thinking of him. On the other side of the river, the boy is sitting on a
gravel bank and concerned: “It’s been a while and I still think about
you a lot. I know you don’t really care for me all that much anymore but
I am still curious to know how you are and what is happening in your
life?” The girl is in the need of a strong coffee without sugar.
However, there is no coffee but the legs of several tables floating in
the water. She is trying to catch a couple of them in the hope to build a
table of her own.

The boy will always be regretting his
decision. The girl knows that and she can’t stop herself from asking:
why our intelligence is good for everyone except ourselves? She can’t
understand the stimulus that causes her to make the worst decisions only
for self. The boy, who is on the other side of the river, is happily
eating some sushi of Californian type but is restless in his thoughts:
“I have to tell you that I think about you all the time, and
unfortunately for me I carry a tremendous amount of hurt with me when I
think of you.” The girl is trying to live simple and dream deep.

The
girl is waiting at the bus station where an old man with an old gray
jacket, having a little old red heart picture behind, walks down the
road. The boy is full of good wishes and hopes while he is obsessed
about knowing whether the girl has already found the right guy of her
life. He continuously wishes that she hasn’t met the Mr. Right and she
will not. Therefore, the only true story would always be the one between
the two sides of the river. Because he is sure that he screwed up his
best chance some time ago. At least a story of impossible reunion would
remain for its sake.

The boy doesn’t know what is in cards for him
so he keeps shouting from the other side of the river to the girl: “Of
course, I don’t know that you would have wanted to stay with me, but I
wish you had…” The girl is reading a book which she is writing at the
same time in her dream. She opens her eyes to a new place which she
doesn’t know. She thinks that she must be on the other side of the
river. She keeps thinking how she could be responsible for something or
some memories she doesn’t remember at all. Finding serenity, she goes to
the counter and asks for a return ticket to her own side of the
river…

Bu yazı, ilk defa 9/3/2009 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



« PreviousNext »