Zaman
zaman, işte o zaman… Şehrin ortasında bir tilki kütüphaneden çıkıp önümden süzülerek, tıpkı bir insan gibi önce sağa ve sonra sola ve
tekrar sağa bakmak suretiyle yolda karşıdan karşıya geçiyor… Aklım bir
yerlerde takılı kalıyor. Yaşamdan heyecan bekleyen ben özgürlüğe
susarken, klişelere inancı günden güne kuvvetlenen geleneksel eleştirmen
olan tarafım beni sosyal bir muamma haline döndürüyor.

Zaman
evvel zaman oluyor… Bindiğim otobüsteki insanların yaş ortalaması
altmış ve kendimi bir anda gencecik hissediyorum. Merak damarım
kabarıyor, yanımda oturan yaşlı teyzeyle konuşasım geliyor. Öyle çok
sorum var ki ona soracak. Sadece kafamdaki sorular bile beni
geliştiriyor. Zaman arkadaşlarla konuşma zamanı… Farklı ilgiler, farklı
insanlar, farklı hayatlar arıyor gözlerim. Tek düzeliğe tahammülüm yok.

Zaman,
yılların koşar adımlarla gittiği zaman şimdi… Dünyanın ve insanların
bana ihtiyacı olduğuna inanma isteğiyle doluyor içim. Sosyal konular
kafamı çok meşgul ediyor, her gün beynimde yeni bir ütopya kurup ertesi
gün yıkıyorum onu. Her şeyin bir anlamı olmalı gibi geliyor. Her ne kadar
dünyanın hiçbir zaman mükemmel bir yer olamayacağını bilsem de
düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Hele de sesli düşünmekten hiç
vazgeçmiyorum.

Kimi
zaman uzaktan sevmeye yelteniyor değişim aşığı kalbim. Ama içinde ben
yoksam bana-ne-ci oluyorum. Sevesim gelmiyor. Kısır bir döngüye
giriyorum rastgele: uzaktaysam uzak kalıyorum, eskaza yakınlaştıysam
daha da yakın oluyorum. Peki değişim nerede saklanıyor? Düşüncelerimin
satır aralarında yaşıyor. İçimdeki yaratmak, yapmak, kurmak, üretmek
ihtiyacı yüksek sesle çağırıyor onu saklandığı yerden. Sadece onu ikna
edebilecek kelimeler kayıp…

Bu yazı, ilk defa 21/11/2008 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.