Bir masalın sonlandığını “sonsuza dek mutlu yaşadılar” cümlesini
duyduğunda anlamaya güdülenerek bu yaşa gelmişti. Bütün masallar hep
böyle biter ki, aynı Hollywood filmlerinde olduğu gibi. Çok eskilerden
hafızasının içinde bir yerlerde kırıntıları kalmış olan bir masalı
üstünkörü yazmaya karar verdi o anda. Kendine bazı şeylerin değişmemiş
olduğunu ispatlayabilirse içine neşe tohumlarının tekrar serpileceğini
hayal ederek:
“Bir varmış, bir yokmuş. İki doğmuş, bir ölmüş.
Sonra iki varmış, iki yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok uzaklarda Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez yerlerinden birinde
Kara adlı bir kız yaşarmış. Güneşin erkenden dağların arkasından
kaybolduğu soğuk mu soğuk, karlı mı karlı kış gecelerinden birinde
doğduğu için bu ismi vermiş ona anne ve babası. Yoksa saçları da kara
değilmiş, gözleri de.
Günler birbirini kovalamış, aylar geçmiş.
Aylar birbirini kovalamış, yıllar geçmiş, Kara büyümüş her yıl boy atan
bir fidan gibi. Öyle bir gün gelmiş ki Kara’nın canı artık köydeki diğer çocuklarla oynamak istemez olmuş. O zaman Kara’yı bir düşünce esir
almış. Bu yeni edindiği can sıkıntısı hastalığından başka bir şey
düşünemez olmuş. Bütün vaktini bu hastalığı nasıl yenebileceğini
düşünerek boz renkli bir kayanın üzerinde oturarak geçirmeye başlamış.
Oturduğu kayadan gürül gürül sesler çıkaran nehrin yatağında süzülerek
nazlı nazlı akışını seyretmeye başlamış bir süre sonra. Ama hala aklının
pencerelerindeki tek manzara kendi can sıkıntısıymış.
Günler
birbirini kovalamış, aylar geçmiş. Mevsimler değişmiş, Kara aynı taşın
üzerinde oturmaya devam etmiş, nehir de akmaya. Kara’nın aklında tek bir
düşünce, tek bir amaç varmış: bu can sıkıntısından kurtulmak. Ancak ne
yapması gerektiğini bilmiyormuş. Canının da hiçbir şey yapmak istemiyor
olması onun düşünmeye devam etmesine neden oluyormuş.
Kuşların
neşeli şarkılar mırıldandığı ilk bahar günlerinden bir gün bu kuş uçmaz
kervan geçmez yere yolunu kaybetmiş bir müzisyenin yolu düşmüş. Müzisyen
günlerce yürümekten o kadar yorulmuş ki evlerin sıra sıra dizildiği köy
meydanına varamadan nehir kenarında bir yerlerde güçsüz düşmüş ve yerde
otların üstüne uzanarak bir şarkı mırıldanmaya başlamış hem mutluluk,
hem çaresizlik duyguları içinde:
başımı yasladığım dağlar
söyleyin bana bu asi nehir niye ağlar
elimi uzatsam onu tutar mi
gözyaşlarını herkeslerden saklar mi
bu topraklar beni sıcak tutar
ben nehrimde, nehrim bende akar…”
Bu yazı, ilk defa 12/4/2010 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.