İnsanoğlunun özgürlüğü nerede başlar? Nerede biter? Bazılarının iddia
ettiği gibi her şey sırlarla dolu beynimizin içinde yaşanıyorsa eğer özgürlük de orada, derinlerde bir yerlerde saklı olsa gerek. Madem
her şey bu kadar içimizde, o halde biz niye özgürlüklerimize son vermek
için can atıyor ve bunu başardığımız an kendimizi hayıflanmalar
denizinde buluyoruz ki! Sonra da suçlu yine ve her zamanki gibi
kulağımıza fısıldayan şeytan oluyor.

Kendimizi anlamaya ne kadar çok çalışırsak, o kadar anlayamamaya mahkum oluyoruz. Bu paradoksu çözebilmek benim için şimdiye kadar mümkün olmadı. Bugün mümkün mü
peki? Hiç sanmıyorum ama içimden bir ses bir gün, bir gün o işte bugün
diyeceğim gün olacak diye beni kandırdığı için çırpınmaya devam
ediyorum.

Kafa karışıklığından daha kötü bir şey varsa kesinlikle
kalp karışıklığı olmalı. Çünkü o bütün karışıklıkları peşine takıp
bedenimize misafir oluyor. Bedenimiz nereye gider ise o da kendini
vücuda kenetlemiş kene misali bizimle. Fazla karıştırmamalı kendini
insan, izin vermemeli karışmalara, bulamaç olmamanın bir yolunu
bulabilmeli. Bulanmadan akmak lazım demiş ya Mevlana, ne güzel demiş…

Eskiden
bulanık deyince aklıma sudan başka bir şey gelmezdi. İnsan da su
misali… Akmadan duramıyor…Durduğu zaman akamıyor… Durduğu zaman
içi sıkışıyor, yatağına sığamıyor işte. Sığamama duygusu endişeleri
arttırıyor, endişeli insan gam-lı insan olarak dönüp duruyor kendi çevresinde. Etrafındakileri mutsuz ediyor, kendisini ise çok daha
fazla…

Keşke bir deniz olsaydı yakınlarda… Keşke yanına,
bucağına gidip dizlerine başımı dayayarak, tüm kederlerimi, tüm
endişelerimi özgür bırakabilseydim…

Bu yazı, ilk defa 25/6/2007 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.