Blog Image

havadan sudan [blog, writing, travel, yoga]

free your mind...

2006 yılında havadansudan.azbuz.com adresinde yayınlamaya başladığım yazılarımı buraya taşıdım. Devamı da var :-)

aklın uykusu canavarlar yaratır…

Günü Yakalamaca Posted on Thu, August 23, 2012 14:37:51

Çok çabuk unutuyorum her şeyi: insanları, olayları,
hisleri, yerleri… Sanırım bu yüzden daha çok yazmalıyım ki unuttuklarımı geri
dönüp hatırlayabilme şansım olsun. Bazen düşünüyorum da aklım çoğu zaman uykuda
galiba benim. Beni, aklımın yerine kimin veya neyin yönettiğini bir bulabilsem
sorun çözülecek gibi görünüyor. Bu, her kimse her neyse kendini öyle güzel gizliyor
ki bulmaca bir türlü çözülemiyor.

Unutmadan yeni arkadaşlarımdan bahsedeyim: Rahip Lorenzo, Ines ve Goya. Lorenzo
canavar, Ines masum ve Goya izleyici. Goya’nın neden hayatı boyunca resimlerini
canavarlarla doldurduğunu anlamak artık daha kolay. “Goya’nin
Hayaletleri” Goya’dan çok o’nun yaşadığı dönemi gözler önüne seriyor. İlk
olarak hissettiğim şey 1700-1800’lerde yaşamıyor olmamdan dolayı duyduğum
mutluluktu.

Fransız Devrimi, Napolyon, işkenceler, mutlak güç: kilise, engizisyon, ihanet, ölüm,
delilik… Günümüzde bu kavramların ardındaki duygu ve olgular farklı görünüşlerde
yer alıyor olsa da eskiden herşey sanırım daha zormuş. Sohbetlerde sık sık yer
alan eskiden herşey daha iyiydi, kötüye gidiyoruz laflarına ben inanmıyorum.
Kim için iyiydi? Neden daha iyiydi diye soruyorum hep. Goya’nin ilham perisi
Ines ile Jane Austen’in arasında yüzyıl kadar bir zaman farkı var. Austen’in adı
kendini kitaplarıyla ifade edebilmiş bir kadın olarak tarihe kazınırken Goya’nın
Ines’i kilisenin onbeş yıl ona yaptığı işkencelerden sonra çıldırarak ölüyor
muhtemelen. Rahip Lorenzo ise öldürülenlerden. Kimine göre hain, kimine göre
sadece kendini düşünen özgür bir ruh. Goya ise sadece seyrediyor, sağır
olduktan sonra daha çok seyretmek zorunda kalıyor.

Yıllar önce Ankara Devlet Tiyatrosu İstanbul’da oynamiştı “Akıl
Uyuyunca”yı. Devlet yani krallık, din ve sanat arasındaki ilişkilere
parmak basıyordu oyun. Akıl uykuya dalınca neler olduğunun örnekleri sadece
filmler ve oyunlarla sınırlı değil. Örneğin Avusturyalı Nitsch adlı kişilik büyük
baş hayvanları katletmek suretiyle yaptığı kan revan içindeki eserlerini tüm dünyaya
sanat olarak yutturabiliyor. Yıllardan 2006, aylardan aralık. Nitsch
Berlin’de… Martin Gropius Haus’da sergisini açmış bile. Birgün de döner
yemeyiverin de gidip dönere malzeme olan hayvanların Nitsch’e nasıl
malzeme olduğunu görmeye harcayın paranızı. Üzgünüm, benim aklım
hala uykuda. Ben bugün döner yedim ve Nitsch’in sergisi için cebimde hiç
param kalmadı…

Bu yazı, ilk defa 01/12/2006 tarihinde
havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



Laughable Loves ya da Gülünesi Aşklar by Milan Kundera…

Ordan Burdan Şurdan Posted on Thu, August 23, 2012 13:54:25

Kundera, bütün yapıtları
arasında en çok Gülünesi Aşklar’i büyük keyif ve zevkle yazmış olduğunu söylese
de, ben okuduğum kitapları arasında bana en çok keyif vereni olduğunu söyleyemeyeceğim
maalesef. Yedi öyküden oluşan bu kitap aşk, yalan ve yanılsama temaları üzerinde
tekrar tekrar durmakta. Bu öykülerin 1958-1968 yılları arasında yazılmış olması,
o dönemin yanılsamalarıyla günümüzün yanılsamaları arasındaki farkları ortaya
koymakta kanımca.

Kitap boyunca farklı kişilerin
kimlik sorunları benzer bir şekilde sunuluyor. Kundera’nın kurduğu bu benzerlik
cinsellikten ve erotizmden başka bir şey değil. Mesela, çok genç ve çok güzel
karıları olan orta yaşlı erkeklerin eşlerini aldatma istekleri hikayelerin pek çoğunda
karşımıza çıkıyor. Daha çok olaylara dayalı bir anlatım yolu izlese de
Kundera’nın bu kitabı insanda Prag’a gitme isteği uyandırıyor. Kitapta
Kundera’nın kendi hayatından izler bulmak da pek mümkün. Örneğin bir
hikayesinde üniversite’de öğretim görevlisi olan bir adam baş karakter. İnsanın
hemen aklına Kundera’nın kendisinin de bir zamanlar Çek Sinema Akademisinde öğretim
görevlisi olarak çalışmış olduğu geliyor.

Bir hikaye var kitapta, sanırım sondan bir önceki: 10 yıl sonra Doktor
Havel. Hikayenin bir yerinde Kundera’nin gözlem gücüne öyle hayran
oldum ki, adeta hafızama kazındı orada geçen bir sahne. Doktor Havel’in
kitaptaki pek çok erkek karakter gibi genç, güzel ve de üstelik film artisti
olan bir karısı var. Doktorumuz zamanla yaşlandığı için pek çok sağlık
problemleriyle uğraşmak zorunda kalıyor. Fakat bu o’nun sürekli çevredeki kadınlarda
olan gözünü ve onlarla birlikte olma isteğini azaltmıyor. Doktor Havel günün
birinde kendini bir tedavi merkezi olan kaplıcada buluyor. Fakat
orada öylesine yalnız ki. Etraftaki kadınların hiç biri ona ilgi göstermiyor. Havel
bu durumu yaşlanmış ve artık kadınlar tarafından çekici bulunmuyor olmasına bağlıyor.
Bu duygu, onu genç ve güzel karısına daha da yaklaştırıyor. Hemen telefona sarılıyor
ve karısını tedavi merkezine onu ziyarete gelmesi için ikna ediyor. Hikayenin
devamında neler olduğunu tahmin etmek pek de zor değil. Genç, güzel sinema
oyuncusu eş Havel’i ziyarete geliyor elbette. Havel büyük bir gayretle eşini
herkese gösteriyor. Birlikte olduğumuz insanlar bizim kendi değerimizi artırır
mı? Havel’e göre evet. İnsanlardan bu yolla daha fazla ilgi görmesinin dışında
doktorumuz artık tedavi merkezindeki genç ve güzel kadınların hepsine ulaşabiliyor.
Hatta pek çoğu onunla birlikte olabilmek için can atıyor. Neden mi? Alın size
bir yanılsama daha: insan kurduğu ilişkiler yoluyla kendini onlar gibi olmaya
yeltendiği başka insanlarla eşitlediğini düşünüyor. Aynı Havel’in çevresindeki
kadınların Havel ile birlikte olduklarında onun sinema oyuncusu karısı ile eşit
olacaklarını düşünmeleri gibi… Havel mi kim? O sadece bir araç… Ama bilerek
ama bilmeyerek bu yanılsamadan kendine fayda çıkaran bir insanoğlu…

Bu yazı, ilk defa 27/11/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



choke by palahniuk: a stupid story about a stupid little boy…

Aklıma Takılanlar Posted on Thu, August 23, 2012 12:08:38

You love palahniuk or you hate him.
I am sorry but there is nowhere in between. He says save yourself, do something
else, don’t read this book. Maybe it is provocation that makes you feel to read
more, maybe the other way around. But he reflects American society who can be
both repugnant and hilarious perfectly. Everywhere is getting to be like
America each day. So I think he reflects us, human beings. I feel like, it
would be really nice to take some more-than-modern philosophy classes from him.
More-than-modern is not the right word but it is the first word that comes to
mind.

Victor Mancini is a pervert. He is a
loser, moreover he is a sex-addict. He collected all the bad stuff at himself.
Or is it just that he is different than what people expect from him? Would you
prefer to be a judge or a friend of him? Think at least twice. Because this guy
has already learned that “You have to risk your life to get love”. He
devices a complicated scam: pretending to be choking on a piece of food every evening
in a different restaurant. He has lots of savers who feel themselves as heroes.
Victor thinks that “Somebody saves your life, and they’ll love you
forever. It’s that old Chinese custom where if somebody saves your life, they
are responsible for you forever.” Do you disagree with him? Why do you
think many people everyday pretending to have suicide without really aiming it?
Why is it so difficult for us to get love?

Ida Mancini, Victor’s Mommy, is the
greatest woman I have ever met. Although she is insane, that doesn’t prevent
her being a wise person. She insists that “Art never comes from happiness.
Here is where symbols were born.” I think she is an artist by being the
mommy of Victor. She was shaping him every day when he was a small kid.
Probably, she was the only mother on earth giving her child an empty notebook
and telling him to draw his own map of world; rivers, mountains, roads etc.
don’t have to exist. They would exist in his mind, in his reality. She was
brave enough to change the color tubes in the supermarkets to give people some
excitement and fun in their life and more brave to say to her son: “By the
time you are thirty, your worst enemy is yourself.”

Victor does know too many truths of
life. I think this was his problem. He didn’t know how to deal with that. He
knows the truth about this Oedipal story: “The truth is, every son raised
by a single mom is pretty much born married. I don’t know, but until your mom
dies it seems like all other women in your life can never be more than just your
mistress.” He is not a feminist but he knows the truth about inequality of
men and women. He says: “Women are already born so far ability-wise. The
day men can give birth, that’s when we can start talking about equal
rights.” Can you believe that he is a sex-addict?

I do… When I invest some time in
thinking about addictions, I see that they are the only exists many of us can
see. “Ever addiction is just a way to treat the same problem. Drugs or
overeating or alcohol or sex, it is all just another way to find peace. To
escape what we know. Our education. Our bite of the apple.” Let’s look
around. All of us, after the bite, are rewarded with addictions and obsessions.
Education only makes the situation worse.

I think and think again… Why do we
force each other to see things in one certain common way? Common stuff makes us
to feel better. We don’t like deviations. However, things look very different,
most of the time opposite once you are able to leave the common stuff as Victor
does. He has a different idea of being strong: “You gain power by
pretending to be weak. By contrast, you make people feel so strong. You save
people by letting them save you.” One day, a woman comes to Victor at St.
Anthony hospital. She thinks that he is a great person. Because he saved the
marriage of this old women’s son by giving him the chance to be a hero in one
of the hundreds of restaurant that he does his play.

While everybody is talking about
deja vus. He talks about the opposite: “There’s an opposite to deja vu.
They call it jamais vu. It’s when you meet the same people or visit places,
again and again, but each time is the first. Everybody is always a stranger.
Nothing is ever familiar.” He works at a theme park with a motley group of
losers. His best friend, Denny is a sex-addict collecting many big stones from
the streets and carrying them at home. Do you think whether this is the reason
Victor talks more about opposites? Or maybe his mommy who used rebellion as a
way to hide out and criticism as a fake participation.

She says: “The laws that keep
us safe, these same laws condemn us to boredom. Without access to true chaos,
we’ll never have true peace.” Was she really looking for peace when she
was stealing rented buses? In a world things are never “Good Enough.”
Nothing is ever fast enough. Nothing is big enough. People are never satisfied.
So what is improvement? What is peace?

Is it your fault when you are crazy?
I think that it will be your fault if you pretend to seem like not crazy when
you are really crazy. That’s something painful. It is better to let it go with
the craziness. Because if you try to change this, it will mean only a big
battle inside you. Then you will not be able to collect the pieces together
again as Mommy says: “We’ve taken the world apart, but we have no idea
what to do with the pieces”. You even cannot put them together I believe.

Mommy is a great woman, actually was
a great woman. She died in St. Anthony hospital because of choking chocolate
pudding. Could it be only a coincidence? Choking faces us again. Before she
choked, she was saying to Dr. Paige who was more insane than Victor and Mommy:
“Those who don’t remember the past are condemned to repeat it. Well, I
think those who remember their past are even worse off because they are paralyzed
with it.” I think the people who are best off are the ones who could
remember their past but who are able to forget it. I think Mommy was such a
kind of person. It is not easy to stop yourself admiring her and being a fan of
her. Let’s start up our own club “Mommy-Fans”. We can have a great
looking website, get-to-gathers. Then we can commercialize it more. First we
can start with Mommy-mugs and t-shirts and anything comes to your mind. Do you
think that I am serious?

Now it is time for me to stop and
live in my own reality and create my own world, to draw my own maps… You know
that our memories, our stories and adventures will be the only things we’ll
have left. Let’s live more! Let’s have more exciting things! I don’t mean to
become a collector of intangibles, ideas, stories, music, art but I mean to
become a collector of imagination. “Nothing is as perfect as you can
imagine it.”…

Bu yazı, ilk defa 14/11/2006
tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



Tragic Story With a Happy Ending by Pessoa…

Günü Yakalamaca Posted on Thu, August 23, 2012 11:51:08


Son günlerde Berlinlileri “22.
Uluslar arası Kısa Film Festivali”nden haberdar olanlar ve olmayanlar,
festivalde bir film seyretmiş olanlar, seyredecek olanlar ve seyretmeyecek
olanlar diye gruplamak mümkün, kategorize etme ihtiyacımızı giderme açısından.
Hayat gruplarla daha mı kolay olur zorlaşır mı ise başlı başına üzerine uzun
uzun konuşulabilecek bir soru.

Rüzgarlı bir pazar günü ben de
“Best of Cartoon” yarışmasına katılmış olan filmleri seyretmek üzere
Hackerscher Höfe’de aldım soluğu. Aldım almasına da seyrettiğim kısa animasyon
filmlerinin büyük çoğunluğu beni hayal kırıklığına uğrattı. Ama içlerinde bir
tanesi vardı ki hepsine bedeldi. 7 dakika 46 saniye süren bu Portekiz yapımı hikayeyi perdede seyrederken bir
yandan da kafamın içinde acıklı ama umut dolu fado müziği çalıyordu. Sanırım
salondaki diğer insanlar müziği duymadılar, kim bilir belki duyan birkaç kişi
vardır…

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde kalbi çok yüksek sesle atan bir kız yaşarmış
diye başlıyor hikaye… Etrafta yaşayan herkes kızın kalbinin atış
sesinden rahatsız oluyor önceleri. Kapısını çalıp şikayet ediyorlar. Kız diyor
ki insanlara: benim içimde bir kuş var… Bu beden bana ait değil aslında.
Kimse anlamıyor kızı. Kız hüzünlü, tahta bisikletiyle iki tarafı ağaçlı patika
yolda gidiyor, düşünüyor ne yapabileceğini. Ama elinden hiçbir şey
gelmiyor. Bir süre sonra insanlar günlük işlerin telaşında kızı unutuyor
ve kızın kalbinin atış sesi artık onları rahatsız etmemeye başlıyor.

Bazı insanlar farklıdır diye düşünmüş olmalı yönetmen. Yalın bir hikayeyle o
kadar çok şey anlatabilmiş ki yedi dakika içinde. İnsan şaşırıp kalıyor doğrusu.
Hani farklı olanlarımız var ya, onlar da herkes gibi olabilmeye o kadar çok öykünüyorlar
ki bütün hayatlarını farklılıklarını saklamaya veya inkar etmeye çalışarak geçiriyorlar.
Ne yazık. Modern dünyanın bu insanlara hiç toleransı yok. Tüm insanoğulları ve
insankızları tek bir kalıptan çıkmak zorundaymış yanılgısı hakim. Yanılgılar
bir yana, hikayenin sonunda ne mi oluyor? Başlangıçta mutsuz olan kız kendisiyle
ve farklı yanlarıyla barışıyor. Adeta kanatlanıp uçuyor mu?…uçuyor…

Bu yazı, ilk defa 13/11/2006 tarihinde havadansudan.azbuz.com’da yayınlandı.



« Previous